29 Ekim 2008 Çarşamba
Nazım Hikmet'ten
Suyun içip ekmeğin yediniz,
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler,
götürüp kâfire: "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vuruluş,
vatan çırıl çıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Gün gelir çark düzüne çevrilir
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
13 Ekim 2008 Pazartesi
Ataol Behramoğlu'ndan
Bulamaç
“Bulamaç”ın sözlük karşılığı “sulu, cıvık hamur” ve “koyu un çorbası” olarak veriliyor.
Konuşma dilinde bu sözcük, birbirini tutmayan şeylerin bir araya getirildiği karışık bir nesneyi adlandırmak için de kullanılıyor.
Kimi törenlerimizde ve gösterilerde görülen karışıklık, kargaşa, duygusal iniş çıkışlar, birbirini tutmazlıklar, akla çoğu kez bu sözcüğü getiriyor…
***
“İstiklal Marşı”mızla başlayalım…
Üzücü, ama gerçek; “İstiklal Marşı”mızı okumayı bilmiyoruz…
Bir ağızdan okumaya başladığımızda, sonuç çoğu kez bir ses ve söz anarşisi oluyor…
Bu özrümüzün sanırım hepimiz ayrımındayız.
Sorun nerede?
Sözlerle müzik arasındaki uyumsuzlukta mı?
“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” dizesini, beste nedeniyle bölerek “korkma sönmez bu şafak/larda yüzen al sancak” demek zorunda oluştaki çetrefillikte mi?
“Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dizesinin hemen ardına bir sonraki dizeden “o benim” sözcüklerini ekleyip, sonrasında da anlamın hiç gerektirmediği bir es verişteki yine o pek de hoş olmayan güfte-beste uygunsuzluğunda mı?
Kurtuluş Savaşı döneminde bir anlamı olabilecek “kahraman ırk”, “hakkıdır hakka tapan” gibi deyimlerin bugün tartışılabilir olmasından mı?
Günümüzde “ırk” kavramı artık ırkçılıkla özdeş duruma gelmiştir.
Bunun gibi, bugün en inanmış bir dindarın bile Tanrı inancını günümüzde daha çok günlük konuşma dilinde, dinle ilgisi olmayan anlamlarda kullanılan “tapmak” sözcüğüyle birlikte düşüneceğini pek sanmıyorum.
Sonuçta, her sözcüğün anlamını anlayarak ve içselleştirerek, inançla ve güzel okunamayan bir bağımsızlık marşı, birlik ve güçlülük duygusu uyandırmak yerine, tam tersine, bir başıboşluk, dağınıklık görüntüsü ve izlenimi uyandırıyor…
Her yerde, her fırsatta, her açılışta ve kapanışta marş okunmasının çok anlamlı ve gerekli olmadığı da ayrı bir konu…
***
Dualarımız konusunda da benzer düşüncelerim var. Arap gırtlağıyla (hançeresiyle) Arapça okunan duaların, ne kadar köklü geleneklere sahip olunursa olunsun, bu ülke insanının yüreğinde yeterince açık ve aydınlık duygular uyandırabildiğinden emin değilim… Bu konunun da eninde sonunda, saplantıdan ve saptırmadan uzak, uygarca bir yaklaşımla, güçlü biçimde gündeme geleceğini, aynı duaların daha doğal bir sesle ve Türkçe olarak da okunmasında bir sakınca bulunmadığının anlaşılacağını ümit ediyorum. (Bilindiği gibi Gökalp bu görüşü savunmuş, daha sonra da uzunca bir süre ezan kendi dilimizde okunmuştu.)
***
Ulusça acımızı dile getirdiğimiz son törenlerde ve protesto gösterilerinde de, birçok benzerinde olduğu gibi, kimi kez yanlış ve kötü okunan İstiklal Marşları, anlamları bilinemeyecek Arapça dualar, Atatürk posterlerinin ve bayrakların yanı başında kurt başı işaretleriyle uzanan kollar, bir ara Chopen’in cenaze marşı, kimi törenlerde belki mehter marşları, kitlesel sloganların atıldığı törenlere neredeyse kundakta getirilen bebekler ve başkaca birbirini tutmazlıklar birbirine karıştı…
Bu karışıklıkta ben bir ulusal birlik görüntüsü değil, çeşitlilik de değil, bir kimlik bulamacı görüyorum…
Ve bu kimlik bulamacı sadece bu türden törenlerde değil, TV programlarından gazete sayfalarına, trafik kargaşasından günlük yaşam ilişkilerimize, sokakta yürüme adabından kuyrukta sıra bekleme alışkanlığına, kişisel ve toplumsal yaşamlarımızın bütün alanlarına yayılmış durumda…
Özellikle bu iktidar döneminde bütün ülkeyi hiçbir zaman olmadığı ölçüde kaplayan bu bulamaçtan, bu görüntü ve kültür karmaşası ve kirliliğinden, gerçek anlamıyla uygar, vakur; görüntüsüyle de içeriğiyle de aydınlık bir ulusal birliğe evrilmek nasıl gerçekleşecek?
Bu sorunun tek bir yanıtı olabilir:
Okuma çağına gelmiş kuşakların, bilimsel ve hümanist eğitimden geçirilmesiyle…
Hem ulusal hem sınıfsal aidiyet bilinci kazanmanın, kendi ulusunun insanıyla bütün insanlığa sevgi duymak arasında bir çelişki görmemenin; bir dine, inanca ya da ülkeye bağlılığı akılla, bilgiyle, bilinçle yaşamanın, özet olarak da bugün içinde bulunduğumuz kimlik bulamacından kurtulmanın biricik yolu, ulusça böyle bir eğitimden geçmemiz olsa gerek…
12 Ekim 2008 Pazar
Ajan Smith'ten
Ömer Hayyam'dan
Beni özene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle