27 Mayıs 2012 Pazar

Nazım Hikmet'ten

Ben İçeri Düştüğümden Beri

Ben içeri düştüğümden beri
       
                güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız:
                “Lâfı bile edilmez,
                        mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız:
                “On senesi ömrümün.”

Bir kurşun kalemim vardı
                        ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
                “Bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız:
                “Adam sen de, bir iki hafta.”

Katillikten yatan Osman,
                ben içeri düştüğümden beri,
                        yedi buçuğu doldurup çıktı,
                        dolaştı dışarlarda bir vakit,
                        sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
                        altı ayı doldurup çıktı tekrar,
                        dün mektup geldi, evlenmiş,
                        bir çocuğu doğacakmış baharda.

Şimdi on yaşına bastı,
                ben içeri düştüğüm sene,
                        ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
                rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan,
                        hâlâ çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde

                        ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı

                bilmediğim bir sokakta
                                görmediğim bir evde oturuyor.

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
                ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet

                yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.

Ben içeri düştüğüm sene
                İKİNCİSİ başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.

Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.

Fakat gün ışıdı her şeye rağmen
                ben içeri düştüğümden beri.
Ve “Karanlığın kenarından
                ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp
doğruldular” yarı yarıya.

Ben içeri düştüğümden beri
                güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
                        ben içeri düştüğüm sene
                                ONLAR için yazdığımı:
“Onlar ki toprakta karınca
                                        suda balık
                                                havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur,
                        cahil, hakîm
                                ve çocukturlar,
ve kahreden
                yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
                        Ve gayrısı,
                                meselâ benim on sene yatmam,
                                        lâfü güzaf.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Gündüz Vassaf'tan

Cennetin Dibi
___
Büyük bir haddini bilmemezlikle ilanihaye yeni bilgiler, icatlar, yaratıcılık peşinde koşan, doğayı kendi doyumsuzluğumuzda yağmayan, sevgi, inanç gibi değerleri içeriklerinden boşaltarak bozuk para gibi harcayıp kah oraya kah buraya dağıtan bizler, bencil ve hedonist yaşantımızda maymun iştahlılığımızdan hızımızı kesen her şeye özveri demiyor muyduk?
___

21 Mayıs 2012 Pazartesi

José Saramago'dan

Umut Tarlaları
___
İki grup tarla işçisi karşılıklı duruyor, on küçük adım ayırıyor onları birbirinden. Yasalar var, diyor kuzeyden gelenler, bize iş verildi, çalışmak istiyoruz. Kendinizi küçük düşürüyor ve az para kazanıyorsunuz, diyor güneyden gelenler, gelip bize zarar veriyorsunuz, nereden geldiyseniz defolun oraya gidin oraya, sizi tarla fareleri. Bizde yapacak iş yok, diyor kuzeyliler, her yer taş ve katırtırnağı kaplı, biz Beira'dan geliyoruz, bize fare diyerek kalbimizi kırıyorsunuz. Tarla faresisiniz işte, diyor güneyliler, ekmeğimizi yemeye gelen farelersiniz, Açız, diyor kuzeyliler. Biz de, diyor güneyliler, ama bu sefalete boyun eğmiyoruz, bu paraya çalışmaya hazırsanız, hiçbir şey elde etmeyiz. Bu sizin suçunuz, diyor kuzeyliler, o kadar gururlu olmayın, patron size ne önerirse kabul edin, hiç yoktan iyidir, iş hepimize yeter, çünkü sizin sayınız az, biz de size yardıma geldik. Yanılıyorsunuz, diyor güneyliler, hepimizi kandırmak istiyorlar, bu ücreti kabul etmemeliyiz, bizimle birlik olun, o zaman patron hepimize daha fazla ödemek zorunda kalır. Her koyun kendi bacağından asılır, diyor kuzeyliler, yukarıda Tanrı var, sizinle birlik olmak istemiyoruz, uzaklardan geldik, patronla tartışmak istemiyoruz, çalışmak istiyoruz biz. Burada çalışmayacaksınız, diyor güneyliler. Çalışacağız, diyor kuzeyliler. Burası bizim toprağımız, diyor güneyliler. Ama onu işlemek istemiyorsunuz, diyor kuzeyliler. Bu paraya hayır, diyor güneyliler. Biz bu paraya çalışırız,  diyor kuzeyliler.
___
___
Doğa, birbirinden değişik canlıları şaşırtıcı bir aldırmazlıkla yaratır. Kimin ölüp kimin sakat kalacağını iyice ölçüp tartar, bundan kurtulup yaptıklarının meyvelerini toplayanların sayısı da az değildir; yani, üretmek ve karşılığını almak doğanın ana görevidir, yanlışlıklarla dolu dünyada insanın konuşmasını, davranışlarını ve varoluşunu yoldan çıkarır. Doğa sınır tanımaz, kendi sınırlarını koyar. Hasattan sonra binlerce karınca önceki gibi yiyecek bulamıyorsa, kazançlar ve kayıplar gezegenin büyük defterine yazılır, yiyecekten kendine düşen payı almayan tek bir karınca bile kalmaz. Milyonlarcasının suda boğulması, çapanın altında kalması ya da işeme yarışına kurban gitmesi, hesap çıkarılırken önemli değildir: Hayatta kalan, yemek yer; ölen, payını ötekilere bırakır. Doğa ölüleri saymaz, yaşayanları hesaplar, yaşayanlar ona çok geldiğinde, yeni bir ölüm ayarlar. Tüm bunlar çok basit, çok açık ve uygundur, hayvanların büyük dünyasında buna kimse karşı çıkmaz, ne karınca ne fil.
___
___
Anlatmak, kiraz yemek gibi bir şeydir, bir sözcüğü alırsın, bakarsın bir başkası da ona takılmış, zincir gibiler, birini ötekinden ayırmak güç, sözcük tek başına gelmez, yalnızlık sözcüğü bile, çünkü o da yalnızlık acısı çekene gereksinim duyar, böyle de olmalı.
___