24 Aralık 2012 Pazartesi

Oğuz Atay'dan

"Oyunlar, oğlum Hikmet, gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden  iyi oynanamayan oyunlardır."

17 Aralık 2012 Pazartesi

Jean Baudrillard'dan

Bolluklar Ülkesi'nin fantezileriyle kuşatılmış ve reklam palavralarıyla her şeyin kendisine önceden verileceğine ve bolluk üstünden kendisini meşru ve devredilemez bir hakka sahip olduğuna ikna olmuş tüketiciler kitlesi, bolluğu doğanın bir sonucu gibi yaşamıyor mu?

___
Hareketliliğin, statünün, tüm düzeylerdeki (kazanç, prestij, kültür vb) rekabetin psikolojik ve toplumsal baskısı herkese çok ağır gelmektedir. Dinlenmek ve kendini yeniden kullanıma sokmak için, zararların neden olduğu psikolojik ve sinirsel yıpranmayı gidermek ve telafi etmek için çok uzun bir zaman gerekir: Ev-iş arasındaki yolculuk, kalabalık, saldırganlık ve kesintisiz stresler. "Uzun sözün kısası, tüketim toplumunun büyük bedeli, kendisinin neden olduğu genelleşmiş güvensizlik duygusudur."

Michael Featherstone'dan

Postmodernizm ve Tüketim Kültürü
___
Yeni Kültür - Postkültür
Mübadele değerinin başatlığının bir kez malların orijinal kullanım değerini yok etmeyi becerdikten sonra, metanın ikincil ya da ersatz (yapay) bir kullanım değeri edinecek şekilde özgürleşir. Bu durumda metalar geniş bir kültürel çağrışımlar ve yanılsamalar silsilesini üstlenecek şekilde özgürleşir. Özellikle reklamlar bu durumu sömürmeye muktedir olup sabun, bulaşık makinesi, otomobil ve alkollü içecekler gibi sıradan tüketim mallarına romantik sevda, egzotizm, arzı, güzellik, doyum, paylaşım, bilimsel ilerleme ve iyi hayat imgeleri iliştirirler.
___
Bir hayat tarzının bireyselleştirilmesine duyulan ilgi ve üslupçu özbilinç yalnızca gençler ve zenginler arasında görülmez; tüketim kültürünün yaygınlığı yaşımız ya da sınıfsal kökenimiz ne olursa olsun hepimizin kendimizi geliştirme ve ifade etme olanağına sahip olduğumuzu gösterir. Bu dünya, ilişkilerinde ve tecrübelerinde yeninin ve en son modanın peşinde koşan, maceradan hoşlanan ve hayatın tüm olanaklarını araştırmak için riske giren, yaşayacağı tek bir hayat olduğunun ve bu hayattan zevk almak, yaşantılamak ve dışavurmak için çok gayret etmesi gerektiğinin bilincinde olan erkek ve kadınların dünyasıdır.
___
Yeni küçük burjuvazi
Bedenin bir araç olarak değil, başkalarına yönelik bir gösterge olarak ele alındığı, beden sağlığını koruma tekniklerinin, Kaliforniya icadı sporların ve egzersiz biçimlerinin, kozmetiğin ve sağlıklı beslenmenin cazibesi buradan kaynaklanır. Yeni küçük burjuvazi olduğundan fazlasını isteyen, hayat karşısında yatırımcı bir yönelim besleyen bir oburdur; pek az iktisadi ya da kültürel sermayeye sahip olmasından ötürü bu sermayeyi edinmesi gerekir. Bundan dolayı yeni küçük burjuvazi, hayat karşısında öğrenmeye açık bir kip benimser; kendisini beğeni, üslup ve hayat tarzı alanlarında bilinçli olarak eğitir.

___
Reklam endüstrisi tarafından 1920'li yılların sonunda devralınan yeni tüketim etiği, an'ı yaşamayı, hedonizmi, özdışavurumu, beden güzelliğini, paganizmi, toplumsal yükümlülüklerden bağımsız olmayı, uzak yerlerin egzotizmini, üslup geliştirmeyi ve hayatın üsluplaştırılmasını coşkuyla selamlıyordu.

Ben'den

Tanıdığımız yada tanımadığımız insanların en ufak hatalarını yakaladığımızda, onlarla dalga geçmeyi ne çok severiz. Konuşmalarındaki bir gariplik, vücutlarındaki bir sakatlık, bize saçma gelen bir düşünce beklediğimiz fırsatı sunar bize. Oysa aşağılanan, hor görülen biz olsak ne kötü bir durumdur bu! İkiyüzlü olduğumuzun bir başka kanıtıdır bu.
~2005

Sait Faik Abasıyanık'tan

Mektup
___
Demek söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün, gizlice; -bakın bu gizlice kelimesini iyi buldum- kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız. Bu iş nasıl olur diye düşünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için uydurulmuşa benzemiyor pek... Olamaz; ilk defa birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan başka birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifreler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uyduruldu. Bir türlü "Seviyorum!" diyemedik. Belki de ilk defa kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin biçimini öğrenince onun resmine ok batırarak derdimiz dökmeye başladık. Baş başa, karşı karşıya çok riyakar olmuştuk. Daha samimi olmamız lazım geldiği zaman utandık. Bu utanmadan yazı doğdu. Baş başa konuşurken ne kadar çoştuk, neler söyledikse o kadar da hataya düşüyorduk. Yalnız başımıza oturduğumuz zaman kafamız daha başka türlü işliyorduk. Biraz evvel söylediklerimize pişman olmuştuk. Bak şimdi ne güzel düşünüyorduk. Düşünmek; yazı düşünmekten doğdu. Konuşurken düşünmüyor muyduk? Düşünüyorduk ama hatalara düşüyor, bir türlü onaramayacağımız haltlar karıştırıyorduk. Sonradan ne kadar pişman oluyor; söylediğimiz, hırsla söylediğimiz bir sözden ne kadar utanıyorduk.
___

13 Kasım 2012 Salı

22 Eylül 2012 Cumartesi

Murat Uyurkulak'tan

Tol
___
Kaçmamalı...
Çünkü sıkıntı öldürür. Ve ama sıkıntı öldürüyor. Acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. Çok geçici, anık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. Sıkıntı eğlence istiyor; tatil istiyor çünkü. Tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. Sıkıntı davet ediyor, açıyor. Acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. Sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. Sıkıntı plan program demek çünkü. Program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. Acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: Dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde. Ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor. Sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü. Sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor. Acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. Sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor. Acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.
___

27 Mayıs 2012 Pazar

Nazım Hikmet'ten

Ben İçeri Düştüğümden Beri

Ben içeri düştüğümden beri
       
                güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız:
                “Lâfı bile edilmez,
                        mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız:
                “On senesi ömrümün.”

Bir kurşun kalemim vardı
                        ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
                “Bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız:
                “Adam sen de, bir iki hafta.”

Katillikten yatan Osman,
                ben içeri düştüğümden beri,
                        yedi buçuğu doldurup çıktı,
                        dolaştı dışarlarda bir vakit,
                        sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
                        altı ayı doldurup çıktı tekrar,
                        dün mektup geldi, evlenmiş,
                        bir çocuğu doğacakmış baharda.

Şimdi on yaşına bastı,
                ben içeri düştüğüm sene,
                        ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
                rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan,
                        hâlâ çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde

                        ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı

                bilmediğim bir sokakta
                                görmediğim bir evde oturuyor.

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
                ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet

                yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.

Ben içeri düştüğüm sene
                İKİNCİSİ başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.

Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.

Fakat gün ışıdı her şeye rağmen
                ben içeri düştüğümden beri.
Ve “Karanlığın kenarından
                ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp
doğruldular” yarı yarıya.

Ben içeri düştüğümden beri
                güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
                        ben içeri düştüğüm sene
                                ONLAR için yazdığımı:
“Onlar ki toprakta karınca
                                        suda balık
                                                havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur,
                        cahil, hakîm
                                ve çocukturlar,
ve kahreden
                yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
                        Ve gayrısı,
                                meselâ benim on sene yatmam,
                                        lâfü güzaf.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Gündüz Vassaf'tan

Cennetin Dibi
___
Büyük bir haddini bilmemezlikle ilanihaye yeni bilgiler, icatlar, yaratıcılık peşinde koşan, doğayı kendi doyumsuzluğumuzda yağmayan, sevgi, inanç gibi değerleri içeriklerinden boşaltarak bozuk para gibi harcayıp kah oraya kah buraya dağıtan bizler, bencil ve hedonist yaşantımızda maymun iştahlılığımızdan hızımızı kesen her şeye özveri demiyor muyduk?
___

21 Mayıs 2012 Pazartesi

José Saramago'dan

Umut Tarlaları
___
İki grup tarla işçisi karşılıklı duruyor, on küçük adım ayırıyor onları birbirinden. Yasalar var, diyor kuzeyden gelenler, bize iş verildi, çalışmak istiyoruz. Kendinizi küçük düşürüyor ve az para kazanıyorsunuz, diyor güneyden gelenler, gelip bize zarar veriyorsunuz, nereden geldiyseniz defolun oraya gidin oraya, sizi tarla fareleri. Bizde yapacak iş yok, diyor kuzeyliler, her yer taş ve katırtırnağı kaplı, biz Beira'dan geliyoruz, bize fare diyerek kalbimizi kırıyorsunuz. Tarla faresisiniz işte, diyor güneyliler, ekmeğimizi yemeye gelen farelersiniz, Açız, diyor kuzeyliler. Biz de, diyor güneyliler, ama bu sefalete boyun eğmiyoruz, bu paraya çalışmaya hazırsanız, hiçbir şey elde etmeyiz. Bu sizin suçunuz, diyor kuzeyliler, o kadar gururlu olmayın, patron size ne önerirse kabul edin, hiç yoktan iyidir, iş hepimize yeter, çünkü sizin sayınız az, biz de size yardıma geldik. Yanılıyorsunuz, diyor güneyliler, hepimizi kandırmak istiyorlar, bu ücreti kabul etmemeliyiz, bizimle birlik olun, o zaman patron hepimize daha fazla ödemek zorunda kalır. Her koyun kendi bacağından asılır, diyor kuzeyliler, yukarıda Tanrı var, sizinle birlik olmak istemiyoruz, uzaklardan geldik, patronla tartışmak istemiyoruz, çalışmak istiyoruz biz. Burada çalışmayacaksınız, diyor güneyliler. Çalışacağız, diyor kuzeyliler. Burası bizim toprağımız, diyor güneyliler. Ama onu işlemek istemiyorsunuz, diyor kuzeyliler. Bu paraya hayır, diyor güneyliler. Biz bu paraya çalışırız,  diyor kuzeyliler.
___
___
Doğa, birbirinden değişik canlıları şaşırtıcı bir aldırmazlıkla yaratır. Kimin ölüp kimin sakat kalacağını iyice ölçüp tartar, bundan kurtulup yaptıklarının meyvelerini toplayanların sayısı da az değildir; yani, üretmek ve karşılığını almak doğanın ana görevidir, yanlışlıklarla dolu dünyada insanın konuşmasını, davranışlarını ve varoluşunu yoldan çıkarır. Doğa sınır tanımaz, kendi sınırlarını koyar. Hasattan sonra binlerce karınca önceki gibi yiyecek bulamıyorsa, kazançlar ve kayıplar gezegenin büyük defterine yazılır, yiyecekten kendine düşen payı almayan tek bir karınca bile kalmaz. Milyonlarcasının suda boğulması, çapanın altında kalması ya da işeme yarışına kurban gitmesi, hesap çıkarılırken önemli değildir: Hayatta kalan, yemek yer; ölen, payını ötekilere bırakır. Doğa ölüleri saymaz, yaşayanları hesaplar, yaşayanlar ona çok geldiğinde, yeni bir ölüm ayarlar. Tüm bunlar çok basit, çok açık ve uygundur, hayvanların büyük dünyasında buna kimse karşı çıkmaz, ne karınca ne fil.
___
___
Anlatmak, kiraz yemek gibi bir şeydir, bir sözcüğü alırsın, bakarsın bir başkası da ona takılmış, zincir gibiler, birini ötekinden ayırmak güç, sözcük tek başına gelmez, yalnızlık sözcüğü bile, çünkü o da yalnızlık acısı çekene gereksinim duyar, böyle de olmalı.
___

9 Nisan 2012 Pazartesi

Jean-Paul Sartre'dan

Bulantı

___
Bu sevinçli, akıll uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmayagörsün, suratları hemen değişir.
___

12 Şubat 2012 Pazar

Kemal Tahir'den

Kurt Kanunu
___
Yakından bilmeyince aldanırsın... Aldanmak istersen, bildiğini bilmezden gelirsin!
___
___
İyilik edenden çok, iyilik eden taşımalı yaptığı iyiliğin minnetini.
___
___
Çok düşündüm, muhalefetsiz hükümet etmek isteği, devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor. Ceza görmemek güvenini sağlayıp keyfince en namussuz suçları işleyeceksin... İşte insanoğlunun düşebileceği en sefil çirkef çukuru... Bir kez bu yokuştan teker meker kaymaya başladın mı, olduğundan yüz kat, bin kat kıyıcı kesilirsin. Canavarlaşırsın. Her an alçaklık etmekten artık kendini çekemezsin! Önüne çıkanları, bir korkulu rüyada, karakancalostan kurtulmana biricik engel görürsün. Ezmeden geçemeyeceğine inanırsın. Kızarsın. Kızmaktan da öte bir şeydir bu... Kızmak insancıl bir duygudur. Oysa artık sen insanlıktan çıkmıştırsın! Bir toplum düşün ki, orda adam öldürmeye, hem de, çoğu, suçsuz adam öldürmeye SİYASET deniyor.
___
___
İnsan gerçekten mutlu olayım derse, üstüne yüklenen sorumluluğun gereğini sonuna kadar yerine getirip kurtulmalıdır.  Gerçek hürlük budur bence... Korkuya... Hatta ölüme karşı, gerçek direnci veren hürlük!
...
İster kendi iradesiyle girdiği işlerde, ister hiç istemeden bulaştığı işlerde, gücümüz yettiğince, aklımız kestiğince doğru davranırsak, doğru, yani adam gibi... Davranırsak, sorumluluğun hakkından gelmiş oluruz! Yoksa nasıl yaşayabilir namuslu insanlar bu dünyada... Nasıl mutlu olabilir?
___

4 Şubat 2012 Cumartesi

Karl Marx - Friedrich Engels'ten

Komünist Manifesto
___
Burjuvazi, yönetimi ele geçirdiği her yerde, tüm feodal, ataerkil ve kırsal ilişkilere son vermiştir. İnsanoğlunu "doğal efendileri"ne bağlı kıla çapraşık feodal bağları acımasızca kesip atmış, insanla insan arasında katıksız çıkardan, katı "nakit ödeme"den başka bir bağ bırakmamıştır. Dinsel azgınlığın, soylu tutkuların, sığ duygusallığın en ulu coşkunluklarını bencil çıkarcılığın buzlu sularında boğmuştur. İnsanoğlunun kişisel değerini değişim değerine dönüştürmüş ve onca kazanılmış, geri alınmaz özgürlüğün yerine o tek, vicdansız özgürlüğü, Serbest Ticareti geçirmiştir. Sözün kısası, dinsel ve siyasal aldatmacaların peçesi ardına gizlenen sömürünün yerine çırılçıplak, utanmasız, dolaysız, acımasız sömürüyü geçirmiştir.
___
___
1847'de sosyalist dendiğinde, ..., sermayenin ve karın kılına dokunmaksızın her türlü toplumsal bozukluğun bin bir yoldan onarıp düzelteceklerini ileri süren cins cins toplumsal düzenbaz anlaşılıyordu; bunların hepsi de işçi sınıfının hareketinin dışında insanlardı ve daha çok "mürekkep yalamış" sınıfların desteğinin peşindeydiler.
___
___
Tarihin her çağında, var olan ekonomik üretim ve değişim biçimi ve kaçınılmaz olarak bunun yol açtığı toplumsal örgütlenme, o çağın siyasal ve düşünsel tarihinin temelini oluşturur, o çağın siyasal ve düşünsel tarihi ancak bu temelden yola çıkılarak açıklanabilir; dolayısıyla, bütün bir insanlık tarihi (toprakta ortak mülkiyete dayanan ilkel kabile toplumunun dağılmasından bu yana) bir sınıf savaşımları tarihi, sömüren ve sömürülen sınıflar, egemen ve ezilen sınıflar arasındaki çatışmaların tarihi olagelmiştir; bu sınıf savaşımları tarihinin oluşturduğu bir dizi evrim sonucunda bugün öyle bir aşamaya ulaşılmıştır ki, sömürülen ve ezilen sınıf proletarya aynı zamanda bütün bir toplumu her türlü sömürü, baskı, sınıf ayrımı ve sınıf savaşımından temelli kurtarmadıkça, kendi de sömüren ve ezen sınıfın burjuvazinin boyunduruğundan kurtulamaz.
___